16 Mayıs 2014

Soma Pornosu:
Devletsiz İktidar ve
Terbiyesiz Medya ile
Cumhurbaşkanı Adayım-
Nilüfer Göle

Paraleli, tripozoidi, üçgencisi herkes, Devlet Bahçeli bile, AKP’nin “devlet” olmasından şikayet ediyor, ben ise “devlet” olamamasından, belki de hiç olamayacağından.
AKP’nin devlet olup, baskıcılığa geçtiğini söyleyenlerden en sonuncusu eski AKP milletvekili paralelden çok gol atmış fitbolcu Hak-an Şikir, Başbakan’ın müşavirinin Soma’da yere düşmüş protestocu göstericiyi Jandarmalar arasından tekmelerken çekilen görüntüsü üzerine tweet atmış: "Sen tut ben vurayım. Hep böyle değillerdi. Yıllar önce halk kendileriydi. Ama şimdi kendileri devlet oldu; vura vura…” [Jandarma ya göstericiyi yere düşürenler, naapsın, devlet yaptı sanıyor.]
Devlet teorisi yapmak, santradan gol atmaya benzemez, çok daha zordur. Hiç AKP devlet olsaydı, Başbakan’ın müşaviri sokak ortasında Soma faciası sırasında barışçıl protesto gösterisi yapan bir yurttaşı, Jandarma nezaretinde tekmeler miydi? Paralel devlet olarak suçlanan bile, Türkiye’nin son otuz yıllık tarihinde, devlet olamamıştır. Şu anda içinde bulunduğumuz durum, paraleli ile birlikte AKP’nin devlet olamayışının sonucudur.
Yıl 2007.
Swisshotel, İstanbul.
Reklamcı Serdar Erener, Filozof Ferhat Kentel, AKP Milletvekili Şaban Dişli, AKP Milletvekili Reha Denemeç, Prof. Edibe Sözen’in de salonda bulunduğu, AKP milletvekilleri Akif Gülle, Zeynep Uslu, Mehmet Dülger’ın başkanlığında bir seçim iletişimi danışma toplantısına AKP MKYK üyesi Ayşe Böhürler tarafından çağrılmıştım. O toplantıya katılacağımı bir tek Ayşe biliyordu. Bir kısmı eski arkadaşlarım olan katılımcılar, salona girdiğimde neredeyse küçük dillerini yutuyorlardı, bir kaçı görmezlikten geldi. ODTÜ’den arkadaşlarım Şaban Dişli ve Reha Denemeç ile tokalaştım, Ayşe’ye selam verdim, Edibe ise epey şaşkındı, Ferhat bakakaldı. Diğerleri zaten şahsen tanımıyordu, bulunduğum araştırma grubunu biliyorlardı.
Konu AKP’nin yakındaki seçimde eski deneyimlerinden nasıl bir ders çıkartması gerktiği ile ilgili çözümlemeler yapmak ve AKP iletişim kurmaylarının bunları seçim stratejisine dönüştürmesiydi. Katkılar bilabedel alınıyordu. Bana söz geldiğinde, “epey pahallı olduğumu, ayrıntısını almak için ayrıca bedel tayin edilebileceğini, ama teaser olarak söyliyebileceğim tek şeyin, AKP’nin hükümet olduğu, iktidar olduğu fakat devlet olamadığı şeklinde bir çözümlemeyi, katılımcıların dikkatine sunduğumu” söyledim.
(Bu ayrıntıda olmasa da bu toplantıyı daha önce 21 Nisan 2007’de yazdım, daha henüz 27 Nisan olmamıştı.)[1]

Aradan yedi yıl geçmiş, uzun tasfiye süreçleri, paralelinden darbe önlemeleri, ekonomik kırılmaların ustalıkla ve dış kaynaklarla ve özellikle ABD ve İsrail desteği ile atlatılmaları ardından, günümüzde, Soma faciası ile, AKP kurmaylarına o günlerde yaptığım ama benden ayrıntısına girmem istenmeyen çözümlemelerimin tıpkısı ile aynısını amprik olarak görmüş bulunuyoruz. Aradaki yıllarda ise mebzul miktarda gördük ve zaten 17-25 Aralık 2013 sonrası itirafları, bizzat Başbakan tarafından “safmışız, paralel devlet tarafından kandırıldık” sözleriyle beni hep doğruladı.
Evet, içinde bulunduğumuz sorunun en temel nedeni, AKP’nin hükümet olduğu, iktidar olduğu ama bir türlü devlet olamadığı bir durumun, AKP kurmayları tarafından beceriklilikle inşa edilmeleri ile ortaya çıkmış bulunuyor.
Soma’da yaşanan medya pornosu işte bunun en son delili. En baştan belirteyim: 19.yy’dan bildiren Başbakan tüm medyayı Soma Faciası konusunda basiretli ve sorumlu davrandığı için tebrik etti. Karşıt medyaya ateş püsküren, kendi medyacı yandaşlarının bile kulağını sert sert çeken bir Başbakan’ın Soma’da yaşanan faciayı, oturma odalarımıza, mobil aygıtlarımıza sokan medyayı kutlamasının altında yatan en temel gerçeklik, işte bu pornografik medya kapsamasıdır ve AKP’nin hükümet ve iktidar oluşuna karşın devlet olamayışının en temel göstergesidir.
Biraz porno…
Daha sonra devlet.
Ne alâka?
Bekleyin biraz…
[πορνογράφος (pornographos):  πόρνη (pornē, prostitute-fahişe) + γράφω (graphō, yazıyorum)].
Pornografi, “fahişe üzerine yazmak” demek; peki fahişe ne demek? Çok kısaca ve galat-ı meşhurluğunun tersine, kadın savaş esiri demek. Kadın esirler kamuya sunulunca fahişe haline dönüşürlermiş. İlk fahişeler, tarih cahili olanlar için söylüyorum, kendi kendilerine, ‘biraz da para kazanalım’ diyerek kendilerini satan kadınlar değillerdi. Tam tersine, savaşta esir edilen kadınların elde kalanlarının para ile erkeklere zorla satılmasıyla başlayan bir meslek fahişelik; demek ki, tarihin en eski mesleği değil, ondan önce savaş yapmak geliyor ve savaş yapana da devlet deniyor. Engels’in şu güzel sözü de kulaklara küpe olmalı: “Burjuva kadınlar kendilerini toptan satınca evlilik, parakende satınca fahişelik olur.”
Porno’nun fahişelik ve devlet ile ilişkili olduğunu biraz anladık, değil mi? Anlamadık diyenler okumaya devam etsinler.
1964 yılında, Jacobellis v. Ohio davasında, Amerikan Yüksek Mahkemesi yargıcı Potter Stewart kararına şöyle yazmıştı: “Kısacası, pornografi (hard-core pornograhpy) olarak adlandırılan işlemleri ayrıntısı ile tanımlayamayacağım, zaten tam olarak tanımlamam da mümkün değil; ama şunu söyleyebilirim ki gördüğümde neyin porno olduğunu hemen anlarım.”
1850’lerden önce pornografi olarak kullanılan bir kelime olmamasına rağmen pornokrasi  (pornocracy) olarak kullanılan bir kavram vardı. 10. Yüzyıl’ın ilk yarısında Roma’yı yöneten İmparatoriçe Theodora ve kızlarının devletine “pornokrasi” deniyordu.
Devam edelim.
Fahişenin (faş etmekten geliyor), anlamı kamuya sunmaktır. Ya da, Latince olarak meseleye bakarsak, “prostitute,” kamusal olarak açık etmek demektir. Pro, önce; statuere de, dik olarak durmak anlamındadır. Heykel ile kökdaş olarak, dik olarak durulabilen yerler agora, meydan veya sokak, yani kamuya açık olan yerlerdir; özel yerlerde ise yatılır, uzanılır veya oturulur. Kelimenin bu kavramında, bizim anladığımız orospuluk anlamı açık olarak yoktur; Tevrat’ta (Genesis 38:29) geçen ahlaka aykırı davranış demek olan Preeytsoot kelimesiyle birlikte anılarak, her iki anlamı içeren bugünkü kullanımına varmıştır: Kamuya arz edilen ahlaka aykırı davranış.[2]
Bunu ise sadece, kamusal alanların kamu adına sahibi ve düzenleyecisi devlet yapabilir. Ya yasaklar, ya ruhsata tabi kılar, ya da özgür bırakır.
Demek ki, pornografinin kökeninde, devletin kamusal alanlarda arz ettiği davranışların tümü, başlıcası da, ne zaman bir meta haline getirilmişse kadın bedeninin serimlenmesi yatmaktadır. Ancak günümüzün dar anlamıyla kullanıldığında, pornografinin devlet ile olan ilişkisi yok olur gibi olur.
Hiç olur mu? İşte, Soma gibi ahlaka aykırı faciaların faş edilmesinde, devlet hem bir aktör, hem de bir düzenleyici (RTÜK) olarak ortaya çıkar ve bize, insanların dik durmadıkları yerlere özgü üzüntülerini, gamlarını, kesavetlerini ve kahırlarını yirmidört saat röntgenlememizi sağlar. Aynı İzmit Depremi’nde olduğu gibi, aynı porno bir film izliyormuşçasına.
Devlet kuramına geçebiliriz artık, porno ile devletin ayrılmaz bütünlüğünü gördükten sonra.
Devlet kuramı kritiktir.
Bugüne kadar içinde yaşadığımız küreselleşmeye en uygun devlet kuramını, Marx ve Engels’in yapıtlarında bulunmayan bir tarzda, Yunan asıllı Avrokomünizme dönüş yapan Leninist Fransız Nicos Poulantzas yaşadığımız biçimdeki küreselleşme başlamadan çok önce yapmıştır. Poulantzas’ın bu, bugünkü Türkiye’ye cuk oturan devlet kuramını Ayşegül Kars Kaynar’dan aktarıyorum. Bunları Poulantzas, kapitalist devleti ele geçirmekle sosyalist-proleter bir devletin hiç yoktanmış gibi var edilemeyeceği, dolayısıyla Avrokomünizm dedikleri, diğer ideolojik gruplarla hegemonik bir cephe kurulmasını önermek için yazmıştı ama şu anda Türkiye’de, Ali Bulaç’ın[3] deyimiyle “kimsesizlerin” iktidarı olarak, (bana göre) devlete dönüşemeyen; Bulaç’a göre “devletleşmiş” yapının analizini de içeriyor; neden Tayyip Erdoğan’ın paralel devlet diye tutturmasını ve her toplumsal olayda bir dış mihrak aramasını da:

“Burjuva sınıfı ve fraksiyonları dışında, egemenlik altında bulunan sınıfların Poulantzas’ın deyimiyle kitle sınıflarının iktidarı ele geçirmeleri ve devleti dönüştürmeleri bir kaç yönden mümkün görünmemektedir. a) Resmi devlet iktidarında bir el değiştirme hiç bir zaman devlet aygıtının maddi iskeletini dönüştürmede yeterli değildir. İktidar, devlet aygıtlarına yayılmıştır ve her aygıtta farkı sınıflar ve fraksiyonlar iktidarı elde tutmaktadırlar. Söz konusu olan devletin gerçek iktidarıdır. [Parelel devlet söylemi bu şekilde anlaşılmalı] b) Devlet iktidarının merkezi yukarıda egemen aygıt olarak belirlendikten sonra rahatlıkla denebilir ki, kitle sınıflarının devlet içerisinde gerçek iktidarı ele geçirmeleri zordur, çünkü egemen aygıtı kontrol eden burjuvazi, kitle sınıfları ele geçirmesin diye iktidarının merkezini bir aygıttan, bir başka aygıta geçirmektedir. [Bugünkü HSYK, Ordu ve Polis merkezlerinin durumu] c) Devletin gerçek iktidarı ele geçirilse bile bu, bütünsel bir dönüşüm için yeterli olmamaktadır. İktidar ilişkileri sınıf ilişkileriyle sınırlı değildir, onları aşar ve kadın-erkek ilişkileri [cemaatlerin siyasal duruşu] gibi toplumsal formasyona yayılır. Bir devlet formundan başka bir devlet formuna geçmek için tüm iktidarı değiştirmek gerekli ise sosyalizme geçişte [“kimsesizlerin müslüman devletine geçişte”] devlet aygıtlarının radikal bir değişimi, iktidar ilişkilerini tamamını dönüştürmek için yeterli olmayacaktır. d) Kaldı ki egemenlik altındaki sınıflar devletin resmi iktidarını bile ele geçirmeyebilirler. Çünkü devlet içerisinde egemenlik altındaki sınıflar, kendi iktidarlarını yoğunlaştırdıkları ayrı bir devlet aygıtında ve dolayısıyla iktidar bloğuyla iktidar mücadelelerine girecekleri bir düzeyde bulunmazlar. Daha çok egemen sınıfın iktidarına karşı muhalefet merkezleri oluştururlar [Bkz: Erdoğan’ın mağduriyet söylemi; biz safmışız söylemi; kandırıldık söylemi]. e) Kitlenin iktidarını olanaksız kılan, devletin yapının yeniden üretiminde üstlendiği roldür. Devlet ne zaman devlet iktidarında kitle sınıflarına doğru bir kayma olsa, burjuva lehine güç ilişkilerini yeniden düzenler [17-25 Aralık ve TIR olayları]. Devlet egemen olan ve egemenlik altında olan ilişkilerinin yeniden üretimi mekanizmasını elinde taşır. Sınıfların yeniden üretimi, yapının yeniden üretimi yoluyla gerçekleşir.”[4]

Şimdi anladınız mı, 2007’de neden AKP’nin devlet olamadığı çözümlemesini yaptığımı?
Para verselerdi, işin ayrıntısında, olamayacaklarını da anlatacaktım. Ama biraz cimri çıktılar, ya da benden “arkadaşça” bir beleş iş beklediler. Ya da, iktidar olduklarında, devlet onlara kucak açacaktı… Vesayeti de ezdiler mi, milli irade de arkalarında, yelken açacaklardı, derin sulara… gibi fantazilere kapıldılar.
Paralelciler (ve Ali Bulaçsal ve Mümtaz’er Türköneseller) ve şimdi onların dümen suyuna girmiş [Mahçup Altandaşlar ve saz arkadaşları] liboşal solcular da “vesayet” diye tutturdukları kavramın devlet egemenliği ve yapısı ile ilişkili olamayacağını da, anlamışlar mıdır acaba? Ya da, “vassal state” diye kuram uyduranların, sınıfsal analizin kaya gibi sert suratına çarptıkları tokatla acılar içine girmelerini de anlayabilir miyiz, bu analizlerle?
Porno ile devletin çakışması, ahlaka aykırı yüz kızartıcı işlerin kamuya sunulması, işte bu nedenlerle, kriz dönemlerinin faciasını, sınıfsal analizi gömen bir ustalıkla medya tarafından yapılır. Bu bir zamanlar, Özkökler döneminde de aynen yapılıyordu. Dozunda bırakırsanız, fena değildir, aynı porno seyretmek gibi. Bir catharsis yaratır ve geçici ve yapay doğal ihtiyacın engellenmiş sıkıntısının geçici atılmasını sağlar. Tabii, hayal kırıklığına da evrimleşir. Ama tiryakisi olursanız, yani, “medya”nın sanki teşhirci bir sapıklığın demokrasi halinde anlaşılmasının ortamı olduğunu zannederseniz, işte o zaman, eleştirdiğiniz karşıtlarınız gibi medyayı kullanmak zorunda kalıp, devlet olmaktan siga siga uzaklaşırsınız.
Şimdi önerime geldim:
Devletin yapısının içine nüfuz etmek yerine, empatik olarak, devlet hizmetlerini tüm yurttaşlara eşit ve özgür bir biçimde sunmanın yollarını aramalı AKP. Bölmek devlete yakışmaz. Devlet bölseniz de, paralelini ortadan kaldırsanız da ortadan kalkmaz. Bunun en iyi örneği Lenin’in “sönen devlet” kuramıdır. Putin’le bile sönemedi bir türlü. AKP devleti olduğu gibi ele almalı ve tüm Türkiye’nin devleti yapmalı; söylemsel işler medyadan duyulduğunda aksi seda gibi gelebilir ama bir çoklarına karşıt görüşler olarak yankılanır. Devleti bir baba gibi gören milli irade zamanı geldiğinde lafa değil, icraata bakar. AKP bütün bunları itiraf da ediyor. Çünkü, devleti kullanılacak bir aygıt olarak görenlerle paralele düşmüş olduğunu zaten kendi söyleyip duruyor. Bunun için Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı adaylığını koymalı ve bilhassa eşinin “ben de istemiyorum” demesine kulak asmamalı.
Bunu 2007’de de yazdım: Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olmazsa sonunu getirir diye. Ama yine dinleyen olmadı. AKP’de Erdoğan’dan boşalacak yere de Yunus Söylet gelmeli.
Tayyip Erdoğan sadece Cumhurbaşkanlığı ile yetinmemeli, yarı Başkan da olmalı; çünkü tarihte hiçbir dönemde faşizm başkanlık sistemlerinden çıkmamıştır; meret hep parlamanter sistemlerden çıkar. Roma’da diktatörler bile senato içinden, seçilerek devleti “ele” geçirirler. Ya da geçirdiklerini zannederler. Bu yüzden değil midir, Roma’da hem krallık, hem cumhuriyet, hem de imparatorluk vardır, diktatörler de cabası. Başkan Tayyip Erdoğan’ı dizginleyecek yine kendisi olacaktır. Ya da Başbakanı. Bir de tabii yeni bir Anayasa’daki, Amerikan Anayasası’nın Birinci Zeyl maddesinin aynısının yer alması.
Peki, karşısında kim aday olmalı?
Benim tek favorim, Nilüfer Göle’dir.
Doğu despotizminin aristokrat geleneğinin CHP’li kökleri ile, modern mahremi sentezleyen bir liberal ve kadın olarak.
MHP’nin de bu önerimi göz ardı etmemesini öneririm. Çünkü önerecekleri her aday, Nilüfer Göle’den fazla MHP’yi de kapsayacı olamayacaktır. İsterlerse onlara da bilabedel olmayan bir rapor hazırlayabilirim.
CHP+MHP+HDP’nin aritmetik toplamı Nilüfer Göle’de toplanabilir. Artı AKP’nin huysuz ve aldatılmışları. Şu anda 76 milyon içinde başkası yok. Üstelik, Göle, Poulantzas’ı da bilir, Durkheim’ı da. Bizim çakma paralelci bilimciler bile severler onu. AKP’nin önemli bir kesiminin, özellikle de kadın entelektüellerinin gözdesidir. Gülen’e hoş görülüdür. Gezicilerin de dostu… Daha ne olsun?
Nilüfer Göle’ye tek karşı çıkacak olan kişi yine Tayyip Erdoğan’dır. Bu da doğal, rakip olarak, başka yapacağı bir şey yok…
Ama Erdoğan’ı bir zamanlar Derviş karşısında demokratik global bir umut olarak görmüş olan kişi de Göle’dir.
Ben mühendisler üzerine yazdıklarını severim de, gerisini tutmam…
Ama benim sadece bir oyum var, vermesem de olur.
İsterseniz kendiniz okuyun, verir misiniz vermez misiniz, onu sorun: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/87867.asp








[2] İngilizce bilenlere not: PROSTITUTE is from Latin prostituere (to expose publicly, to prostitute). The etymology precedes to break down as the Latin is broken down to pro (before) plus statuere (to cause to stand). The alleged Indo-European “root” then is sta (to stand) - nothing one could get arrested for. פריצות PReeYTSOOT, a Medieval Hebrew word, means obscenity or licentiousness. פרוץ   PaROOTS is immodest - the sense of impetuous behavior is seen in Genesis38:29 or at PIRATE.  פרוז PaROOZ is open to all (Deuteronomy 3:5). In Proverbs 13:16, a fool layeth open his folly P-R-SH/Pey-Resh-Shin. פרא PeRAh is wild, and see the unrestrained Pey-Resh-Ayin at FREAK. B-R-ST impetuousness is seen at BURST. Antonyms include PReeYSHOOT (abstinence, celibacy, piety, restriction). Like PReeYTSOOT, it is not in Scripture. But it, too, is based on a Biblical root –- as PaRaSH means separated -- Leviticus 24:12 – whence the piously separatist PHARISEES or PeROOSHiM. After an M132 metathesis and S-B,S-F and S-L, a Biblical opposite of the PROSTITUTE appears. The BiTOOLaH is a virgin (Genesis 24:16). (Ni)PHRaTS means “”common” in I Samuel 3:1; just as Yiddish prost means common and vulgar. Leo Rosten, The Joys of Yiddish, writes that prost is “possibly from Slavic.” For the given  Indo-European “root”, sta, see STABLE.  PRESS (see PRESS), BRASH and BRAZEN are related to the modern  PiR$OOM (publicity, advertising – from  PaRa$, to broadly distribute – Isiah 58:7 ) All the Pey-Resh/PR plus fricative (S, ST,Z)  words above are as brashly open and public as a common prostitute. B RAZEN  (shameless) needs a better root than Indo-European ferrum (lead). Even if one thinks that BRASS is BRASSY or garish.  When EDK defines PaRaZ as decentralized (see DISPERSE  and the bilabial-liquid-fricatives that are all over the place), he cites the Arabic baraz. wide and open, with the sound and shameless cockiness of a PROSTITUTE.

[3]"Kimsesizler" değil; "vergisizler" (vergi vermeyenler) demek daha doğru... AKP'yi iktidara getirenlerin % 90'ı Türkiye'nin vergi vermeyenlerinden oluşuyor. Ali Bulaç'a sormazlar mı, peki, kimsesizlere kim bakacak, hangi parayla bakacak,kimden gelecek bu değirmenin suyu? Kapitalizmi eleştirmeden, ona alternatif bulmadan, madende çalışanın iş güvencesinin iş güvenliğinin en önemli unsuru olduğunu herkese haykırmadan, bu "kimsesizlik" edebiyatı ile vara vara, Ali Bulaç'lar vasıtasıyla R. Tayyip Erdoğan'a varılır. Ali Bulaç hem suçlu, hem güçlü. Derdine yansın...” Pouluntzasçı olmadığım halde, Pouluntzas’ın çerçevesine de gayet iyi oturan bu notu, Ali Bulaç’ın mezkur yazısını yeniden yayınlayan adilmedya.com’a yorum olarak gönderdim: http://www.adilmedya.com/ali-bulac-erdoganin-gecirdigi-donusumu-anlatti-h41691.haber